22 Ocak 2012 Pazar

Murat Tuncel - İNANNA

Murat Tuncel İNANNA


Yayinevi: Varlık Yayınları
Baskı Tarih: Ağustos 2006
Sayfa: 437

Arka Kapak


Bir yanda, küçük yaşta anasının kucağından koparılıp ocaklarda yetiştirilen bir devşirmenin öyküsü... öte yanda, bir Ermeni beyinin kızını ikinci eş olarak almak istediği için babası tarafından sürülen bir bey oğlunun serüvenleri... Murat Tuncel, payitaht ve beyliklerin patlamaya hazır bir kazan gibi kaynadığı dönemde geçen bu iki öyküyü romanında iç içe kurgularken, medreselerde öğrenim görmüş ama yaşam karşısında toy olan "Küçük Bey" ile, çevresinde dönen entrikalara karşı kendini savunmayı öğrenen "Doğu devşirmesi" Bilal'in kimlik ve aşk arayışlarını, söylencelerle beslenen, canlı, sürükleyici bir anlatımla dile getiriyor.
"Bak bey oğlu, yıldızlara bak. Bizim tanımlayamadığımız bir zamanda Tanrıça İnanna, bu yıldızların güzelliğine dayanamayarak tannlar tapınağından dışarı çıkmış. İnanna'yı gören ay karanlığa karışıp kaybolunca, çok kızan tannçalar tanrıçası An hemen onu yeryüzüne göndermeye karar vererek şöyle demiş: "Ey İnanna! Seni şimdi bizi temsil edesin diye yeryüzüne gönderiyorum. Yeryüzünün en güzel tanrıçası sensin. Gökyüzü kardeşin ay'ın, yeryüzü de senindir. Yalnız seni seçilmiş yapabilmek için bir şartım var: Ay gökyüzüne çıktığında, sen tapınağına gireceksin; sen yeryüzüne çıktığında, ay bulutlardan koynuma girecek. Çünkü yeryüzü de, gökyüzü de her ikinizin güzelliğini taşıyacak kadar büyük değildir."

_________________________________________

Murat Tuncel'in bu ay VARLIK Yayınları'ndan çıkan yeni romanı İNANNA, yazarını okurlarımıza değişik yönleriyle tanıtmak istememizin önemli bir nedenidir. O nedenle biz de bu sayfamızda alışılagelmişin dışına çıkarak Dergi Yönetmeninin, Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşıyla bir söyleşisini yayınlıyoruz. VARLIK dergisinin Ağustos 2006 sayısında Özge Şahin yazarla bir söyleşi yapmış. Fakat biz burada daha değişik bir yaklaşımla konuyla ilgili aramızdaki konuşmaları yazılı olarak okuyucularımıza yansıtmak ve böylece edebiya- tımızda önemli bir yer tutan söyleşi türünün bir boyutta genişlemesine de katkıda bulunmak istiyoruz.


M. Halit Umar ile Murat Tuncel arasında 17 Ağustos 2006'da, Rotterdam Anafilya odasında geçen konuşmalardan:

- Merhaba Sevgili Murat, diğer yurduna, buraya, Anafilya odasına da hoş geldin. Bu kez İstanbul'da uzunca kaldın. Koltuğunun altında yeni romanın var, biliyorum birazdan bu güzel armağanı alacağım elinden.

- Evet, bu kez İstanbul'da biraz uzun kaldım Halit Ağabey, dilerim iyisinizdir. Elimin altında İnanna var, yeni romanım. Daha mürekkebi kurumadı desem yanlış olmayacak. Hemen adınıza imzalıyor ve size armağan ediyorum ama en kısa zamanda okumanızı ve beni eleştirmenizi de rica ediyorum.

- VARLIK'ta seninle İnanna üzerine yapılan söyleşiyi okudum. Bu yeni romanının sana mutluluk getirmesini dilerim.

Bu arada Murat, kitabın ilk sayfasına şunları yazıyor: Anafilya'nın babası Halit Ağabeyime İnanna'nın sevinciyle... paylaşımıyla. 17. 08.2006



- Teşekkür ederim. Daha nicelerine. Aman Tanrım, 437 sayfa!

- 437 yıl gibi... Yalnızca araştırma ve bilgilenme süreci 5 yılın üzerinde sürdü. Her geçen gün daha ağırlaşan bir sorumluluk duydum. Neredeyse romanı, kahramanlarını, olayları yaşar oldum. Örnek dosyayı yayınevine yolladığımda bir OOH demiştim; aradan üç hafta geçmeden kabul edildiği, basılacağı haberinin geldiği günü anımsıyorum. Bir doğum muydu bu, ne! Büyük bir yükün altında gibiydim o ana kadar. Sonra bu yük yerini bir büyük boşluğa bıraktı. O zamana kadar benim olan kitap birden el değiştirdi, artık Türk edebiyatının bir parçası oluyordu, okurun olacaktı, paylaşılacaktı. Yazar olmanın kaçınılmaz halleri, duyguları mı diyeceğiz buna? Sanırım öyle. Yaşamımdan en az beş yılı benden alıp götüren bir yapıt... O nedenle son aylarda benim sesimi soluğumu da pek duymadınız. İnanna ile birliktelik bir başka güzeldi. Şimdi sıra bu güzelliği paylaşmaya geldi.

- Anlıyorum. Kahveni tazeleyeyim mi?

- Lütfen, Halit Ağabey.




Şimdi izninle Anafilya okurları adına sana bazı sorular yöneltmek istiyorum:


Murat Tuncel değişik edebiyat dallarında ürünler veriyor. Yalnızca öykü yazarı değil. Başka romanları, uzun öyküleri ve şiirleri de var. Edebiyatımızda Murat Tuncel'in kullandığı yazım türü yönünden yeri ağırlıklı olarak ne idi, gelecekte ne olacak?

- Okuyucularım beni kısa öykülerimle tanıyor, ama benim roman türünde de İnanna’dan önce üç romanım var. Birisi çocuklara yönelik yazdığım bir roman, diğer ikisi ise yetişkinler için. Burada şunu itiraf edeyim ki, kısa öykülerdir beni yetiştiren ve pişiren. Önceleri pek düşünmüyordum öykü türü dışında yazmayı, ama zamanla gördüm, öyle öyküler var ki, öykü sayfalarına sığmayan... Böylece romanlar doğdu. Şiir ise en az yazdığım bir tür. Belki bir ömür boyunca bir kitap doldururlar… Bunun yanında ben çocuk edebiyatı (!) için de ürünler veren biriyim. İki öykü, bir roman ve on da masal, resimlemeleri bitti, birkaç aya kadar yayınlanacaklar (Morpa Yayınları). Elim kalem tuttukça ya da parmaklarım tuşlara basabildikçe bu böyle devam edip gidecek.


Bir yazarın yazım serüveni içinde giderek gelişen ürünüyle ilişkisini merak ediyorum. Hani derler ya 'Yazarlar, sanatçılar eserleriyle sevişir', bu tür bir duyguyu yaşadın mı İnanna geliştikçe?

- Kimileri böyle söylüyorlar, Harry Mulisch ise, “Her yazar kendi romanının tanrısıdır” diyor. Bence her ikisi de doğru. Konu yazarın usunda bir yumak gibi büyümeye başlayınca, yazar yapıtıyla flört ediyor. Karşılıklı nazlanmalar belli bir süre devam ettikten sonra iş alış verişe dökülüyor. Yapıt bir kişilik kazandığı sırada yazar karşısında bir sevgilisi varmış gibi kılıktan kılığa girerek onu kandırmaya çalışıyor. Sanırım bu da bir tür sevişme ve böyle söyleyenler de bunu kastediyorlar.

İnanna ile sevişmemiz okumalarla başladı. Flört dönemini böyle geçirdik. İlerleyen zamanda romanın kahramanları beni de yanlarına alarak gezinmeye başladılar. Onlarla tüm tarihlerin aşkın gizli tohumlarını sakladığı coğrafyayı gezinirken de İnanna binlerce yıl sonra yeniden doğdu.


Bir yapıtın uzunluğu, büyüklüğü aslında doğru bir kıstas olamaz. Kısacık denebilecek bir şiirin yıllar içinde tamamlandığını biliyoruz. Bir öykü de romana göre kısa bir üründür ama bu, romana göre daha kısa bir sürede yazılır anlamına gelemez. Yine de roman türü yazarını çok uzun bir süre ele geçiriyor ve yaşamına el koyuyor gibi. Örneğin, İnanna. Yalnız araştırma aşamasında 5 yıl gibi uzun bir süreyi, en verimli döneminin büyük bir parçasını bu işe adamışsın. Neden? Seni bu denli bir özveriye iten, belki de zorlayan nedenleri bilmek isterdim.

- Yazmak hem belalı, hem de çok lüks bir iş. Yazmaya başlayanların da, yazanların da bunu aklından çıkarmaması gerek bence. Çünkü önceleri öyle görünmese de, sonraları yazmak insanın tüm zamanını ister. Size ne eğlence, ne de dinlenme hakkı tanır. Rehavete kapıldığınız anda sizi terk eder. Yani yaratıcılığınız yazmaya ayıracağınız zamana bağlıdır. Bunun içinde okuma ve kendinizi yenileme eylemleri de var. Bunlardan biri eksik olunca yazmak topallar.

Elbette bir yapıtın oylumlu olması ya da kısa olması bir ölçüt değildir. Öyle kısa öykü vardır ki, sizi günler, aylar, hatta yıllar uğraştırır da bir türlü kıvamını bulmaz ve yakanızı bırakmaz. Ama öyle roman da vardır ki kısa bir sürede yazılır. Bu durum yazma eylemiyle, yazar arasındaki bir ilişki. Bazen de konu belirliyor bu durumu. Yani bazen yarattığınız konu sizi sürükleyip götürür ve birden bire de terk eder. Önemli olan da o terk ediliş anından önce sizin konuyu terk etmenizdir. Yoksa okuyucuya bir şey kalmaz…


Yazarın çektiği doğum sancılarını, hemen arkasından duyduğu rahat- lamayı ve mutluluğu gayet iyi anlıyorum. Genelde her sanat emekçisi, bir yapıtını tamamladığında tanımı zor bir tat alıyor bu işten. Bir tür doyum noktasına ulaşılmış oluyor belki de. Yeni bir başlangıcın, kısa süren, sessiz, mutlu ânı diyelim. İnanna en az 5 yıllık bir oluşum evresinde seni avuçlarının içine alıp yaşamını da büyük ölçüde etkiledi. Sonun mutluluğunu değil de bize seni sona götüren serüvendeki mutsuzluklarını anlatabilir misin?


- Öncelikle şunu belirteyim ki, bir yazarın usuna düşen bir konu büyümeye başladığı zaman yazar çok mutsuz ve huzursuz oluyor. Çocuğunuzun büyümesiyle içinize düşen kaygı gibi. Biliyorsunuz onu bir yerde terk etmeniz gerektiğini, ama her terkediş bir boşluk yaratıyor insanın içinde. İnanna’da da bunu birkaç kez yaşadım. Tohum usuma düştüğünde çok boyutlu bir işe girişeceğimi anlayınca yazmaktan vazgeçtim. O zamanki mutsuzluğumu anlatamam. Daha sonra yeniden işe başladığımda araştırmaya önem verdim. Araştırma yaptığım zaman da çocukluğumun geçtiği ve aşkın gizli tohumlarının saklı olduğu topraklara doğru birkaç kez (mekân tesbiti için) yolculuk yaptım. Yıllar sonra gördüğüm o topraklarda epeyce duygusal anlar yaşadım. Bu da romanı yazarken yaşadığım ikinci mutsuzluk oldu. Üçüncüsü ise yazımı bitirdikten sonra gerçekleşti. İnanna’yı dosyalayınca içimde bir boşluk oldu. Yıllarca birlikte olduğum bir arkadaşı kaybetmiş gibi oldum. Bunlardan başka kaynakların çoğunun Arapça olması ve Türkçelerini bulma zorlukları da beni epeyce mutsuz etti. Bulduğum çevirilerin çoğu da eski Türkçe idi. Keşke okullarda kaynaklarımızı inceleyecek kadar başka dilleri de bize öğretselerdi!


Bizim sohbetimiz hiç bitmez ama... Dilersen, okurlarımız için Anafilya'nın edebiyatımızdaki yeri ve önemi, etkisi, çevresi ve bunun gibi konulara değin. Öyle ya Murat Tuncel yalnızca İnanna'nın yaratıcı yazarı değil, Anafilya'nın da ilk Don Kişotlarından biri (Bu benzetme sana aittir!), derginin etkin yönetim üyesi. Bu konuda, yapıcı, destekleyici tutumundan dolayı da sana ayrıca teşekkür ediyorum.


- Anafilya ile biz bir ilki gerçekleştirdik. İlk yolculuğa çıktık. Sonunun ne olacağını bilmediğimiz bir yoculuktu, o nedenle de bizleri Don Kişot'a benzetmiştim. Çünkü bilinmeyene doğru yola çıkan serüven avcıları hep Don Kişotturlar… O zamanlar elektronik dergiciliği çoğu okuyucu da tanımıyordu ve biz de ulaşacağımız uzaklığı hesap edemiyorduk. Ama kısa zamanda o yolun dünyayı saran bir yol olduğunu gördük, görmemizle de mutluluğumuz arttı. Çünkü Anafilya dünyanın neresinde olursa olsun, edebiyat severlere Türk edebiyatının hazzını tattırmaya başlamıştı. Bugün yine bu görevini sürdürüyor. Türkiye’deki çoğu dergiye ulaşamayan okuyucular, Anafilya sayfalarında edebiyatımızı, kültür ve sanatı izliyor ve günceli yakalıyorlar. Okuyucuların yanında, yazar ve şairlerimizin de yeni ürünlerine yer vererek onların da uzaktaki okuyucularla buluşmasını sağlıyoruz. Bence bütün bunlar az şeyler değil.

İnanna beni epey bir süre Anafilya’dan uzak tuttu. Her zaman izlememe karşın, fazla ürün gönderemedim. Ama şimdi İnanna beni terk edince yüzümü yine Anafilya’ya döndüm.


Sevgili Murat, bana, evime gelmenden, sıcak sohbetimizden, günün sorunlarına yanaşımın ve geleceğe umutla bakışından; belki de bunlardan daha önemlisi, 'Bundan sonraki kitap' düşüncesinin şimdiden filizlenmeye başlamasından çok çok mutlu olduğumu biliyorsun. Bu duygularımı okurlarımız da duysunlar istedim.


- Ben bizim insanımızın kederini paylaşıp, mutluluklarını saklamasından hep rahatsız olmuşumdur. O nedenle ben her zaman mutsuzluklarımı olduğu gibi mutluluklarımı da paylaşmaya özen gösteririm. İnanna beni terk etti, ama ben şimdi hem yeni öykülerle hem de Hollandalı bir ailenin yaşamını konu alan bir romanla flört ediyorum. Ayrıca bir de çocuk edebiyatına katacağım bir romanım var. Umarım bunları gerçekleştirebilirim… Daha sonra da yenileri sırada.


Daha nice kitapların doğum sancılarını yaşamanı diliyorum. Hoş kal.

- Size daha nice anıların doğum sancılarını çekmeyi, tüm okuyucularımıza da iyi okumalar diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder